Gümüşhane
Serhat Doğan

Serhat Doğan

Mail: serhatjo@gmail.com

DEVİR BAŞKA USUL AYNI

Vaktiyle şark sultanlarından birinin evladı olmuyormuş. Yıllarca dualar edip adaklar adamışlar. Nihayet müneccimler sultana bir oğlunun dünyaya geleceği müjdesini vermişler. Vakti zamanı geldiğinde sultanın bir oğlu olmuş.

Güneş doğup batarken sultan ihtiyarlamış, şehzade delikanlı olmuş. Ancak haylaz oğlan hiç terbiye kabul etmez, ilim öğrenmez, hükümet ilmine ilgi duymazmış. Birçok hocalar eskitilmiş; türlü lalalar tutulmuş nafile! Nihayet sultan ülkenin en ünlü âlimini huzura çağırıp ferman eylemiş ki;

-Bak a molla! Artık bir ayağım çukurda. Sana iki sene mühlet! Şehzademizi tahtımıza layık bir veliaht yaptın yaptın; aksi takdirde başını vurdururum.

Hünkâr emri bu, karşı çıkmak ne mümkün! ‘Emriniz başım üzere sultanım!’ deyip işe koyulmuş âlim. Binlerce meşakkat ve çile içinde elinden geleni yapmış. Sayılı gün çabuk geçer derler, iki yıl da hemen sonuna gelivermiş.

Sultan hem şehzadeyi halka takdim etmek; hem de onun nasıl yetiştiğini görmek için bir şölen tertiplemiş. Tellallar çıkartıp muayyen bir günde herkesi şehir merkezine toplatmış. Uygun bir mahalle taht kurulmuş. Yanına da bir kürsü. Bu kürsüden şehzade halka hitap edecek ve böylece âlim de imtihandan geçirilmiş olacaktır.

Nihayet şehzade kürsüye çıkmış. Herkes pür dikkat, müstakbel sultanlarının ne tür bir yiğit olduğunu görme çabasındalar. Herkes bu günü bekliyor

Şehzade olup bitenin farkında mı bilinmez önce bir öksürmüş, ardından sağ elini havaya kaldırıp haykırmış:
-ey halkım! Bir ok attım kebap oldu!..

 

Önce büyük bir sessizlik olmuş. Herkes bunun nasıl bir nutuk olduğunu düşünürken şehzadeye hocalık yapmış olan alim yerinden doğrulup kürsüye gelmiş.

-Değerli vatandaşlar! Şehzademiz veciz konuşmayı sever. Ben size izah edeyim. Geçenlerde şehzademizle bir ava çıkmıştık. Şehzademiz uzaktan bir kuş gördü, kuşu vurdu, ok yere düşerken kayalara çarptı. Okun ucundaki metalle kayaların bu çarpışması çalıları tutuşturdu. Böylece kebap oldu.


Bu açıklama ile halkta büyük bir sevinç. Ok atılınca kebap olmanın şerefine çığlıklar, alkışlar, ıslıklar!.. Bu hale şehzade de şaşırmış. Birkaç dakika sonra halkın coşkusu sakinleşmiş. Herkes karşılarında böyle veciz konuşan, ok atmakta mahir, yiğit bir şehzade görmekten memnun, nutkun devamını dinlemek üzere yine dikkat kesilmiş. Şehzade! Meğer ben neymişim!’ diye kendini keşfetmenin memnuniyeti içinde halkına bakmış. Büyük bir hatip edasıyla yine sağ elini havaya kaldırmış:
-Bir ok attım göl oldu! Deyivermiş.

Herkeste yine bir şaşkınlık. Manayı kavrayamamanın sıkıntısı ile gözlerini hocaya çevirmişler. Hoca yine kürsüye çıkmış ve açıklamış:

-Ey ahali! Şehzademiz veciz konuşmalarına devam etmekteler. Bendeniz açıklayayım. Bir gün kırlarda geziyorduk. Birde ne görelim. Büyük bir kaya, ırmak yatağını tıkamış; sular yanlış mecralara akıyor. İlerideki göl ise kurumak üzere. Şehzademiz yine yayını eline aldı. Okunu gerdi ve fırlattı. Ok gitti, gitti, kayaya tam isabet! Kaya bu okun şiddeti ile parçalandı ve ırmak yatağını buldu. Ardından kurumak üzere olan göl sularla doldu. Etrafta tarlası bulunanlar bir bir gelip şehzademe teşekkür ettiler!

Bu açıklama ile halkta evvelkinden daha büyük bir coşku, sevinç. Yine çığlıklar, alkışlar!.. Hükümdarın keyfine diyecek yok. Oğlunun başarısını gördükçe içi içine sığmıyor. Her ne kadar, veciz sözün bu denli tercümeye muhtaç olanı devlet işinde zaid addedilse de hocasının maharetine ve bunca yıldır yanlış tanıdığı şehzadesine başarısına tahsinler okumakta.

Bir müddet sonra alkışlar susmuş, halk veciz nutukları dinlemeye teşne, şehzade elini yine havaya kaldırmış:
-Bir ok attım aşure oldu?

Halk hiç vakit kaybetmeden gözlerini hocaya çevirmişler. Hoca bakmış içinden çıkılır bir söz değil. Bunu nasıl şerh etsin, ne yolla açıklasın? Zırva te’vil kabul eder mi? Yerinden doğrulmuş. Ağır adımlarla hünkârın huzuruna varıp etek öpmüş ve boynunu bükerek:

-Hünkârım, demiş, işte kılıç, işte kelle.  Hadi kebap meselesini hallettik, hadi gölü de hallettik, lakin bu aşure nerden çıktı. Su bulsak şeker lazım, şeker bulsak, nohut lazım onu bulsak buğday lazım onu bulsak vs vs lazım…

Benim boynum kıldan incedir artık vurun ama şu serseri şehzadeye bir sorun bakalım bir ok atarda nasıl aşure olur…

Hikâye bu ya geçmişte kalmış gibi geliyor ama aslında sadece şahısların isimleri değişmiş durumda. Padişahın yerini sermaye sahipleri, şehzadenin yerini siyasetçiler, Molla’nın yerini ise medya aldı.

Halk mı? Onlar hala yukarıdaki üçlü tarafından davar yerine konulmaya devam ediliyor…

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar